Hong Kong’da son sınavıma Mayıs’ın 20’sinde girdim ve 21-25’i arasında Taipei’yi gezdim. Eve dönmek çok daha cazipti, ancak dönemin ortasında ayarladığım için cayamazdım. Gitmek zorundaydım. Kesinlikle pişman değilim. Çok hoşuma giden bir gezi oldu. Herkese tavsiye ederim, fakat öncelik Filipinler ve Beyrut‘ta 😉
Tayvan’a giderken kafamda Çin Japon karışımı bir millet vardı. Ama gayet Çin. Dili, insanı, şehirleşmesi, tamamiyle Çin. Zaten daha sonra tarihine baktığımda kafamda oturdu. Tayvan’da rejimden başka bir farklılık yok. Düşünün ki bizde iç savaş çıkıyor, savaşı kaybedenler de Bozcaada’ya kaçıp orada yeni bir rejim kuruyor. Çin’in yüzölçümüyle Tayvan’ı karşılaştırırsak Türkiye için Büyükada’dan bile çok küçük bir alana denk geliyor.
İç savaşı da kabaca özetlemek gerekirse, her şey Sun Yat-sen’in ölümüyle başlıyor. Sun Yat-sen bir politikacı olarak imparatorluk rejiminin yıkılmasında çok önemli bir rol oynuyor, ve daha sonra Çin’in başına cumhurbaşkanı olarak geçiyor. Kendisi gerek Çin Halk Cumhuriyeti’nde (bildiğimiz büyük Çin) gerek Çin Cumhuriyeti’nde (Tayvan) önemli bir figür. Ölümü sonrasında çıkan rejim tartışmaları (savaşı) Mao Zedong’un zaferiyle sonuçlandı ve Çan Kay Şek Tayvan’a kaçarak ulusalcı rejimi Tayvan’da kurdu. Anakara Çin’de de bilindiği üzere Komünist rejim kuruldu.
Bunun için de Çan Kay Şek Tayvan’ın ulusal lideri. Ve inşa edilen kabir oldukça ihtişamlı. Saat başı askerlerin silah değişimini izlemek de oldukça keyifli. Bu anıt mezarın içinde büyük bir heykel, alt katlardaysa müze vardı. Müzede nedenini anlamağım bir ürün yerleştirme de vardı. Terzinin adı ve numarası oraya neden konmuş ki? Reklam amaçlı mı?
Sun Yat-sen için de azını yapmamışlar belli ki. Ne yazık ki içine giremedim, ancak belli ki tarihlerini ve liderlerini ciddiye alıyorlar.
Gelelim doğasına. Vietnam, Kamboçya ve Malezya’da şu ormanları görmeyi çok istiyordum. Tek kelimeyle harikalarmış. Gezi arkadaşım Wouter Malezya’ya gittiği için karşılaştırma yaptı, ve Yangmingshan ulusal parkının onları büyük ölçüde oradaki ormanları aratmadığını söyledi. İklimden ötürü her yerde hayat var. Elime baktığımda bile küçük örümceklerin yürüdüğünü farkettim. Havadaki nemi hesaba katınca uçan balık görmediğime şaşırmam gerekirdi…
Bir de bu korku filmi efekti veren böcek (belki kuş veya hayvan?) vardı. Nereden geliyor, nasıl bir canlı bu sesi çıkarıyor bilmiyorum ama çok şaşırdım.
Uzakdoğu geneliyle özeliyle çok ilginç bir yer. Farklı bir dünya. Alışmadan önce sürkeli şaşırma halindeydim. bu yazıyı bekletme sebebim de buydu. Düzenlemesini sona bırakarak iki ay sonra geriye bakmak istedim. Ve alıştığım güzelliklerin beni tekrar şaşırtmaya başladığını farkettim. Mesela bu resim, ne kadar güzel değil mi?
Bir süre sonra bunun gibi parklar ve tapınaklar görmek işten bile değildi. Elimi nereye atsam bulabiliyordum. Bir arkadaşım yakın zamanda Taipei’ye gitti. İçimden ne kadar kötü bir seçim olduğunu düşünüp durdum. Hong Kong, Shanghai, Pekin varken Taipei de ne oluyor öyle. Ama düşününce uzak doğu uzak doğudur, neresi olursa olsun başka yerde bulamayacağınız bir zevk alabilirsiniz.
Taipei’ye geri dönersek, başlıkta söylenen şu mutfağı olmama hikayesine bir açıklık kazandıralım. Taipei sokak yemekleriyle ün kazanmış bir yer. Nereye gittiysem yiyecek bulabiliyordum (yenebilirliği tartışmaya açık ;)) waffle, meyve, balık, sosis, katmer (eminim katmer değildi ama benziyordu) şekerler… Ve her akşam sokak pazarlarında insanlar yemek alabilmek için kuyruk bekliyordu.