Yaklaşık bir sene önce içimde bir Amerika ateşi yanmaya başladı. Nedir arkadaş bu Silikon Vadi’si çok merak ediyordum. Eşe dosta sordum, program yaptım. Bir arkadaşım yeni dönmüştü ve bir organizasyon veya etkinlik için gidersem daha iyi olacağını önerdi. Birkaç ay sonra E-Tohum San Francisco konferansı için davet aldım. Ben, abim Sadık ve eşi Nazlı gitmeye karar verdik.
Biletleri ayarlardık, kalacak yeri çok kafaya takmadık derken gitme vakti gelmişti bile. Hava durumuna bakıp bavul hazırladım. İnsan tepesindeki güneş şehri 30 dereceden daha sıcak yaparken telefonunda gördüğü 18 derecenin neyi ifade ettiğini maalesef pek anlamıyor. Yani yazlık kıyafet dolu bir bavula bir de alışveriş yapınca koyacaklarım için yedek bir bavul ekledim ve yola çıktık.
Havalimanına giderken çağırdığımız Kareem (Uber gibi bir şey) şöförü polis olabilir diyerek daha uzun bir yoldan gitmeyi önerdi. Polis ceza kesiyormuş, bunlar da itiraz edip ödemiyorlarmış. Ceza ödenmese de yarattığı iş yükü insanları bezdirmeye, caydırmaya yetiyor anlaşılan. Check-in yaparken Amerika uçuşlarındaki el bagajı kısıtlamasını sorduk. Bilgisayarı bagaja mı vermeliydik? Paris aktarmalı gittiğimiz için sorun olmayacağını söylediler. Olmadı da. Bilgisayarın kapağını bile açmadık o ayrı.
Uçaktan inip vize kapısına gidince yeni bir yerde olduğumuzu anladık. Onlarca kiosk fotoğraf çekiyor, pasaportu tarıyor, form doldurtuyor. Yazdırdığı fişle birlikte polise gidiyoruz. O da şöyle bir bakıp geçiriyor.
Los Angeles’a gitmek için Uber çağırdık. Havalimanında birkaç tane Uber buluşma noktası vardı. Bizi almak için bir Prius geldi ve ilk defa bir Prius’a da binmiş oldum. Özelliği yok ama bir zamanların en havalı arabasıydı. Otobanda içinde birden fazla yolcu olan araçlara ayrılmış özel şeritten gittik. Daha yavaş gidiyorduk ama normalde daha hızlı oluyormuş. Sonra da gitmesi 4 dolar olan hızlı şerite geçtik. Trafik dolu bir saat sonunda kalacağımız yere vardık. Eşyaları bırakıp doğru yemeğe.
Jetlag korkusu hepimizde vardı. Ama öğrendik ki daha çok dönünce oluyormuş. Kendimizi zorlaya zorlaya 10’a kadar ayakta durduk ve sızdık. Ertesi gün 5-7 arasında hepimiz sırayla uyandık. Birkaç gün sonunda biyolojik saatimiz oturmuştu.
Gelirken yolda Pulp Fiction izlemiştim. Onun da etkisiyle ilk günler sürekli Amerikan yemeklerine ilgi gösterdik. Ama bir kere, iki kere derken artık eski yemekleri özlemeye başlamıştık. Gelenlerin kilo almasını o kadar iyi anlıyorum ki. Salataya cips koyuyorlar, sebzeleri yağda kızartıyorlar, aradığımız gibi yemek bulmamız birkaç gün sürdü. Hamburger çok severim ve artık hamburger görmek istemiyordum. Üstüne bir de her şey çok pahalıydı. Menü fiyatlarına bakarken bir yandan kafada hesap yapmak gerekiyor. Çünkü %12 vergi, %15 bahşiş derken 100 gelen hesap birden 130 oluyor. Tamam, dolar kuruyla çarpmayı, kahvaltıya 350 lira vermeyi zaten düşünmüyordum ama bence o kahvaltı 100 lira da etmezdi. Yine de Original Pantry Cafe bize aradığımız ruhu verdi. Gerek pancake gerek kahve tam hayal ettiğimiz gibiydi. Yine de atmosferde şaşırtıcı öğeler vardı.
Los Angeles’ta herkese plaja gitmesi önerilir. Biz de Venice Beach’e gittik. Bitmek bilmeyen sahilde ağırlık kaldıran, basketbol oynayan ve paten yapan insanların arasında uzun bir yürüyüş yaptık. Yanıma güneş gözlüğü almayı unutmuştum, yeni güzel bir gözlük de almak istiyordum. En azından plajda alsam kullanmaya da başlarım dedim. Bir gözlüğü 80 dolara beğendim ama hemen almadım. 10 dakika sonra hayalimdeki gözlükleri buldum.
Plajda sokak satıcıları oldukça fazlaydı. Gözünüzün önünde bir şeyler: teneke kutudan rüzgar değirmeni veya kumdan resim veya rap müzik yapıyor ve para kazanıyor. Yani sahilde çok fazla üretim de vardı. Vergi nasıl ödüyorlar bilmiyorum ama yapılan resimlerin, ürünlerin kalitesi çok iyiydi. Sanki adam keyfi için yapıyor da, para kazanırsa da ekstra gibi.
Başka yerlere de gittik ancak aşağı yukarı her yer her yere arabayla 1 saat uzaklıkta. Günde 2 yerden fazlası gezilemiyor. Los Angeles’taki son günümüzde artık San Francisco yolculuğunu düşünmeye başlamıştık. Araba kiralamaya karar verdik. Yine son dakikaya kaldığımız için yiyeceğimiz kazık çoktan hazırlanmıştı.
İnternette 30-40 dolara orta halli arabalar, 80-90 dolara çok güzel arabalar görüyorduk. O sebeple acele etmedik. 3 Temmuz akşam 4 gibi jeton düştü. Ertesi gün cumhuriyet bayramıydı ve her yer kapalı olacaktı. Acele içinde oto kiralamacılara gittik. Önce Enterprise’a gidip fiyat aldık. Aracı başka şehirde bırakacağımız için 150 dolar geri getirme parası istediler. İnternette Hertz’in fiyatlarının daha yüksek olduğunu ama geri getirme parası olmadığını öğrendik. Hertz’e gittiğimizde kapanmalarına 20 dakika kalmıştı. Ya alacaktık ya da ertesi gün havaalanından almamız gerekecekti. Daha pahalı olması muhtemel olmakla birlikte en azından havaalanına gitmek için 1 saat ve 30 dolar kaybedecektik. 170 dolara anlaştık, nasıl olduysa vergi, sigorta, herhalde başka şeyler geldi ve kartı uzattığımızda 280 dolar ödeyecektik. Arabaya gidip evrakları kontrol ederken aracın sigortasının bittiğini farkettik. Adam sorun olmaz dedi. Videosunu çekmek istediğimizdeyse video kaydedemeyeceğini ama gerçekten sorun olmayacağını söyledi. Yaptığım yatırımın ilk dönüşünü alıyordum.
Yolculuk eğlenceliydi. San Francisco’ya yaklaştığımızda arkadaşların önerdiği bir çiftlikte yemek için durduk. Hayalini kurduğumuz kalın bir biftek dilimini burada mideye indirecektik. İçindeki üç restorandan biri yalnız üyeler içindi. Böyle bir kulüp göreceğimi hayal etmezdim. Adı kolesterol kulübü veya Karatay kulübü olmalıydı. Yol boyunca çok fazla lokantalı hayvan çiftliği vardı. Yine de bize önerileni tercih ettik. Yemekler inanılmazdı. Hem boyut hem lezzet olarak tatmin olduk. Çiftlik çıkışında hayvanları görme şansımız da oldu. Göz alabildiğine hayvanlar yan yana diziliydi.
Otele yerleştikten hemen sonra E-Tohum ekibiyle buluştuk ve 4 Temmuz kutlamalarını, havai fişekleri izlemek için Büyükdemir ailesinin terasına çıktık. Soğuk ve sisli bir akşamda havai fişekleri göremiyorduk ancak görsek de tadını çıkaramayacak kadar üşüyorduk. O an 16 derece neymiş hatırladım. Yaz ayları San Francisco’nun en soğuk ayları oluyormuş. Tam sebebini anlatamayacak olsam da hava akımları San Francisco üzerinde buluşup bulut oluşturuyor, bu sebeple hem güneş gözükmüyor hem de çok rüzgar esiyor.
Konferanstan önceki gün şehirde özellikle görmek istediğimiz co-working alanlarını gezdik. San Francisco paylaşımlı ofislerin en yaygın kullanıldığı şehirlerin başında gelir. Meslektaşlarımızla tanışıp ofis turu istedik. Hepsi de memnuniyetle karşıladı. Yani Kamara’da yakın zamanda birkaç yenilik görürseniz şaşırmayın! Özellikle kendi kafesini işleten co-working alanları dikkatimi çekti. İşyerlerinin şehre entegre olması açısından başarılı olmuş. Çünkü İstanbul’da gezdiğim kadarıyla co-working alanları, bizim ofislerimiz dahil, herkese açık değil. Üyeler girip kullanabiliyor. Buradaysa kısıtlı bir alanı herkese açmışlar. Kısıtlı fonksiyonu ücretsiz yapıp müşteri kazanmaya çalışan girişimler (WordPress, Dropbox, Mailchimp) gibi geldi.
E-Tohum konferanslarında genellikle konuşmacıları pas geçip fuaye alanında yeni insanlarla tanışmayı veya tanıdıklarımla bir araya gelmeyi tercih ediyorum. San Francisco’da ise konuşmaları dinledim ve başarılı girişimcilerinin çoğunun ne kadar vizyon sahibi olduğunu gördüm. Tim Draper konuşmasında bir gün elektrikli bir arabaya bindiğini ve çok sevdiğini anlattı. Daha sonra gidip elektrikli arabayla ilgilenen, tanışabildiği herkesle tanışmış. Çoğu belli bir noktadan sonra uzman olarak Straubel isminde bir mühendisi gördüklerini söylemiş. Tim Draper gidip Straubel’le tanışmış. Projesi hoşuna gittiği için yatırım yapmış. Daha sonra bu projeyi fersah fersah ileri taşıyacak Elon Musk’ın girmesiyle Tesla şirketi uçup gitmiş. Yani geleceğe dair bir vizyon ve o geleceğe götürecek takım arkadaşı bularak servetine servet katmış. Aynı şekilde Bitcoin, Etherium gibi teknolojileri en başından beri takip edip, alanda yatırımlar yapmış.
Ertesi gün San Francisco’da birkaç şirketi gezdik. 500 Startups, Google Accelerator ve birkaç startupa gittik. Her seferinde bu kültürel farkı tekrar hatırlayıp şaşırıyorum. Herkes çok yoğun ve hemen konuya dalmaya meraklı. Öyle ki adam çok yoğunum sorularınızı sorun cevaplayayım dedi. Sorularımız bitince de kalktık gittik. Ama aramızda soru hazırlamamış olanlar genel konuşma, fikir edinme gibi beklentilerini karşılayamadı. Stripe ofisinde çay ikramı yapılmadı, ofis bile gezdirilmedi. Yine de sorularımızı özgürce sorduk, istemediklerine cevap vermediler. En ufak ricalar yoğun olunduğu için reddediliyor, dedikodular verilirken en başında “Benden duyduğunuzu söylerseniz inkar ederim.” uyarıları yapılıyor.
Öte yandan tam tersiyle, Uber’in yarattığı konuşma kültürüyle karşılaştım. Ne zaman Uber ile bir yere gitsem sürücüler kendilerini konuşmak zorunda hissediyor. İstanbul’da taksiye binince genelde şöför bir yokluyor, karşılıklı ruh halimize göre taksiciyle muhabbet çevirdiğimiz oluyor. Uber bunu biraz zorluyor çünkü aksi halde taraflar birbirini kibar bulmadığı için puanları düşüyor. Zaman zaman kaçırdığım işleri Uber’de toparlamak isteyince puanım düştü. Gitmeden önce neredeyse 4.8 olan yıldızlarım şu an 4.6 ve bu puan her ne kadar karne notunda 5’e yuvarlansa da (nostaljik benzetme) Uber standartlarında düşük bir puan. Hatta durumu konuştuğum sürücü 3.5 puanlı bir yolcudan bahsederken şaka ile karışık “3.5 puan ne? Adam mı öldürdü?” dedi.
Amerika denince herkesin yaptığı şaka “Alışveriş yapar uçak parasını çıkarırım zaten.” benim için gerçek olmadı. Üstünkörü de olsa uğradığımız outlette fiyatlar Türkiye fiyatına yakın geldi. O sebeple pek bir şey almadım. İşte yaptığım alışveriş:
- İkinci el Amazon Kindle Paperwhite – 60 dolar
- Spiderman kostümü – 10 dolar
- Uniqlo’dan 1 mont, 3 tshirt – 100 dolar
- Snapchat Spectacles – 140 dolar
Gezi benim için 7/10 puan alır. Birkaç satır not aldım, güzel vakit geçirdim. Uzun zamandır tanıdığım birkaç kişiyle gerçek anlamda tanışma, bir şeyler paylaşma şansı buldum. Zaten sıra dışı bir beklenti içinde değildim.