10 Ocak 2013, saat 01.00’da Türk Hava Yolları’nın TK070 numaralı uçuşuyla 8 saatlik seyahatim başladı. Mayıs sonuna kadar City University of Hong Kong’da eğitim hayatıma devam edeceğim. Reklam yapmadan geçemem, THY ile uçarken yurt dışı deneyimim uçaktan indikten tekrar uçağa binene kadar sürüyor. Uçuş süresince kendimi evimde hissediyorum.
Devasa havalimanına indikten sonra bavulumu aldım ve E22 numaralı otobüse bindim. Otobüs şehre gitmeden önce civar duraklardan çalışanları topladı. Bunlar genellikle hava nakliyesinde çalışan insanlardı. Neredeyse hepsinin elinde akıllı telefon vardı ve yolculuk boyunca bunlarla ilgilendiler.
Otobüs yolculuğumun bir noktasında içgüdüsel olarak yaklaştığımızı hissettim. Sorduğumda geçtiğimizi öğrendim. İnip trenle Kowloon Tong durağına gittim. Orada yol sorduğumda bana ‘Trenle merkeze git, orada sor.’ dediler. İnanmadım, bunda doğru çıktım. Arkadaşlar, yol soracaksanız siz siz olun, yabancı görünümlülere yol sorun. Bu yolla odama kadar yanılmadan gittim.
Elimde cuma gününe dair hiçbir materyal olmadığı için yemekhaneye gidip yabancı görünümlü insanlara baktım. Bu sayede Will ve Jen ile tanıştım. Kendileri üşenmeden beni okula kadar götürdü ve ertesi günkü programı anlattı.
İnsanın içini kıllandıran bir şey bazı çinlilerin maske takması. Öğrendiğim kadarıyla domuz gribi dalgasından sonra insanlar ücretsiz olarak maske alabilmeye başlamışlar. Bu sebeple de bazı insanlar takıyormuş, ama şehir güvenliymiş.
Midem şimdiden düzelmeye başladı. Tabi yanlış anlaşılmasın, kötü olmasının sebebi Çin yemeği değil, gelmeden önce herkesle ayrı ayrı dışarı çıkıp bir daha ne zaman yiyeceğim dediğim ağır yemekler. Tabi buradaki yemeklerden de bahsetmesem olmaz. Şuana kadar tavuk pilav dışında bir şey yemedim ama hepsinin adı ve mutfağı farklıydı. Mesela bu öğlen yediğim tavuk pilav en alışılmışı zannediyordum. Pilavdaki sarılıkların mısır değil yumurta olduğunu anlayana kadar. Burada saçma sapan her şeyin üstüne yumurta kırıyorlar. Kısaca diyebilirim ki, buradaki yemeği sevmeye niyetliyseni seversiniz, değilseniz nefret edersiniz. Gelelim chopstick meselesine. Okul yemekhanesinde çatal bıçak var ama dışarıda yerken vermediler. Pilavı son tanesine kadar yiyemediysem de baya zorlanmadan yedim diyebilirim.
Buradaki odam inanılmaz güzel. Boğaziçi’liler bilir. Süperdorm odasından daha geniş, banyosu daha büyük ve daha az kişi tarafından paylaşılıyor. Ayrıca yurtlarda spor salonu, çamaşırhane, yemekhane, ortak televizyon odaları (Kantonca kanal izlemeyi çok severiz) ve piyano odaları bulunuyor.
Parayla olan ilişkimi 10 katı değerinde olan Euro üzerinden tutuyorum, ve şehir fiyatları pahalı diyemem. Yani, uzakdoğu ucuzluğu diye bir şey varsa eğer, o burada yok. Ama sıradan bir Avrupa şehrinden pahalı değil.
Marketlerde çok fazla çeşit var ve ithal ürünler diz boyu. Amerika’dan patates cipsi, Danimarka’dan bilmemne getiriyorlar ve satıyorlar. Meyve çok bol ama İstanbul’dan pahalı. Ama bunu gibi meyveleri de bulup anında tüketmek mümkün.
Çinliler biraz garip, böyle nasıl desem, bir tutukluk var sanki. Ama değişim programındaki insanlar çok sıcak kanlı ve eğlenceli. Mesela dün gece gittiğimiz terasın manzarası.
Bugün Kowloon Park’ına gittim. Metroyla belli bir mesafeyi katettikten sonra yürümeye başladım. Normalde yaşadığım Kowloon Tong zengin mahallesiymiş. Merkeze yaklaştıkça yeşil yerini betona bırakıyor ve hava kirleniyor. Ancak bu parklar sayesinde şehir nefes almaya devam edebiliyor. Her ne kadar pembe flamingoları görme hayaliyle gitmiş olsam da gördüğüm manzara beni oldukça tatmin etti. Tam olarak görmek istediğim şehir buydu.
Yolunuz düşerse beklerim, bir yeşil çay ikram ederim 🙂